29 Aralık 2011 Perşembe

Şeyler

Bastonum, cüzdanım, anahtarlığım,
İtaatkâr kilidim, eski notlarım
Okumaya vakit bulamadığım kitaplarım,
masa üstündeki oyun kartlarım, sayfaları
ezilmiş bir kitabım, ölgün menekşem,
öğleden sonra yapacağım unutulmaması
gereken işler, şu an unuttuğum,
Gün batımına bakan aynamdaki kızıl
güneş ışığının illüzyonu. Ne kadar
fazla şey, dosyalar, kapı eşikleri,
atlaslar, rüzgâr gözlükleri, çiviler,
Hizmet ederler bize bir kelime
dahi etmeden, tıpkı bir köle gibi,
gizemlice saklanmış perde.
Onlar var olacaklar yok oluşumuzun
ötesinde; ve asla öğrenemeyecekler
öldüğümüzü.

J. L. Borges

26 Aralık 2011 Pazartesi

Başka Dünya

Görmek isterdim, nanometrik dalgaboylarının tüm ışıklarını.
Duymak isterdim, desibelleri aşan o yüzbinler farklı sesleri.
Koklamak isterdim, daha nice rayihaları.
Hissetmek isterdim, yaşamak bir yana, anlatmaktan aciz kalacağım duyguları.
Bilmek isterdim, aklımın terazisinde tufanlar koparacakları.
Bir çırpıda dokunmak isterdim, üçyüzbin ışık yılı uzakta olduğum o yıldıza.
Yürümek isterdim, o nefesimi kesen denizin üzerinde saatlerce.
Uçmak isterdim, kelebeği kıskandırırcasına havada.
Işıkla yarış etmek isterdim oysa, meleklerle sohbet etmek mesela.
Bir dost olmak seyyareye.
Neyse, olmadı işte.
Kabiliyetlerim bu kadar.
Başka dünyada artık.

21 Aralık 2011 Çarşamba

Adamlar...

Adamlar bilirim sureti yok,

Adamlar bilirim suretine ihtiyaç yok.

Adamlar bilirim densiz,

Adamlar bilirim onsuz her şey dengesiz.

Adamlar bilirim bir damlacık su,

Adamlar bilirim derya deniz.

Adamlar bilirim nefsine esir,

Adamlar bilirim şeytanına muktedir.

Adamlar bilirim sesi duyulmayan,

Adamlar bilirim bakışları konuşan.

Adamlar bilirim, gölgesi olmayan,

Adamlar bilirim gölgesinde devletler kurulan.

20 Aralık 2011 Salı

Kalk!

Kalk!

Eli böğründe olanların devri geçti. Kalk! Sahte kahramanlara meydanı terk etme. İnsansan kalk! Sahtelerin dünyasında hakikati haykırmak görevini yüklen. Yiğitsen kalk! Dile getirilmeye çekinilen gerçekleri haykır. Kahramansan kalk! Atılması gereken o ilk adımı at. İnanıyorsan kalk! Üstün gelmenin ne anlama geldiğini göster. Kalk da yattığın yerler de seninle beraber kalksın. Kalk da içinde bulunduğun dünya da seninle beraber uyansın. Kalk şimdi! Bir kişinin ayağa kalkmasıyla başlar her şey.

15 Aralık 2011 Perşembe

Kıyı

Hayat bir deniz ve insan bir gemi. Fırtınalarla geçen günler de var, seyrine doyulmaz, aheste ve dingin akan günler de. Ne dalga her gün, ne de her gün sakin. Kıyıya ulaşmak her geminin arzusu, tüm gayret bu yolculuktan sağ çıkmak için. Çünki kıyıda bekleyen ölüm.

8 Aralık 2011 Perşembe

Rüya

Mithat’ın gelmesiyle kadro tamamlanmıştı. Şirkette tüm eksiklikler giderilmiş, merkez ofis için de Bağcılardaki yere karar verilmişti. Fuat ithalattan, Servet ihracattan, Murat yurtiçi pazarlamadan, Mithat ise üretimden sorumlu dört sıkı arkadaştı. Öğrencilik zamanlarında çokça sözünü ettikleri şirketi kurmuşlardı, hayalleri artık gerçekti. Çin’den gemilerle gelen mallar yurtiçi pazarına satılıyor aynı zamanda üretilen mallar yine gemilerle uzak doğuya pazarlanıyordu. Kısa sürede piyasada kabul gördüler. Geminin her gidiş-gelişi kişi başı iki buçuk milyon dolar kazanç sağlamaya başlamıştı. Her biri istediği ve hayalini kurduğu yaşamın inşasında epeyce yol almıştı. Malikâneler, otomobiller, hayal ettikleri her şeyleri vardı artık. Şirketi büyütmek ve güçlü ortaklıklar edinebilmek için çalışmaların başladığı bir sırada Çin’e yollanan mal yüklü geminin battığı haberi geldi. Büyü bozulmuş, batan gemiyle birlikte şirket gemisi de su almaya başlamıştı. Yurt içi pazarında da sıkıntılar baş gösterince, zayıf halkalar zincirden koptu. Servet ve Murat şirketten ayrıldı. Şirketten alacağı olan üçüncü ortak Fuat, Mithat’ı sıkıştırıyordu. Tüm bu gelişmeler kısa bir sürede Mithat’ı germiş ve yormuştu. Fuat’la baş başa görüşmek ve sorunu büyütmeden çözmek isteyen Mithat, akşam saatlerinde Fuat’a gitti. Sakin başlayan görüşme giderek alevlenmeye başladı ve nihayetinde kavgaya dönüştü. Fuat bir anlık öfkeyle Mithat’a saldırmıştı. Kanlar içinde yere yığılan Mithat olanları anlamaya çalışıyordu. Boşalan damarları parmak uçlarını karıncalandırıyor, zayıflayan gözleri, ellerine bulaşan kanın rengini seçmesine bile izin vermiyordu. Her şey o kadar ani olmuştu ki; hayatı bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçmeye fırsat bulamamıştı. Hareket edecek mecali yoktu artık. Çok kan kaybeden Mithat cansız bir şekilde yerde uzanıyordu. Fuat ise gözlerini mahkeme salonunda açtı. Memur seslendi.

- Uyan! Duruşman başlamak üzere.

Göz kapaklarını güçlükle aralayan Fuat, patlamak için saniyeleri sayan bir bomba gibi olmuş kafatasını kaldırmakta güçlük çekerek doğruldu. İki koluna giren görevlilerle uzun ve soğuk bir koridordan ağır adımlarla ilerliyorlardı. Çok geçmeden duruşma salonuna ulaşmışlar, salonun girişinde mübaşir yüksek sesle adını okuyunca içinde amansız bir fırtına kopmuştu. İçeri girdiğinde ise Mithat’ın yakınlarının acı ve yakıcı bakışlarına maruz kalmış, işlediği suçun cezasını en ağır şekliyle çekmeye başlamıştı. Çünkü Mithat en yakın arkadaşıydı. Bunu ona nasıl yapabildi. Tok sesiyle Hâkim, Fuat’ın özgeçmişini okumaya başladı. Beyninde kopan fırtına onu savuradursun, gözlüğünün üstünden sert bir bakışla Fuat’ın dikkatini toparlayan Hâkim, dokunaklı bir ses tonuyla;

- Neden öldürdün Mithat Özcan’ı?
Darmadağın olmuş Fuat bu soru karşısında heyecanla;
- Şirket batmak üzereydi.
Hâkim:
- Ne şirketi?
Fuat:
- Ortağı olduğum şirket.
Hâkim:
- Ne şirketiymiş bu?
Fuat:
- İthalat ve İhracat şirketi.
Hâkim:
- Eee! Anlat bakalım, sonra.
Fuat:
- Şirket ilk başlarında iyi işler yapmıştı, çok kazanıyorduk, hayal ettiğimiz her şeye sahip olmuştuk, evler, arabalar… Ne olduysa o batan gemiyle oldu, ardından Murat ve Servet şirketten ayrıldı, ben de şirketteki paramı alamayınca da Mithat’ı… Fuat’ın sözleri tükenmişti,
Hâkim:
- Bak oğlum, burası ciddi bir kurum ve burada adaleti sağlamaya çalışıyoruz, dinlediğimiz şeyler bizi ciddiye almadığını gösteriyor, henüz öğrencisin ve iddianame apayrı şeylerden bahsediyor, sen ise ya bizimle dalga geçiyorsun ya da büsbütün bir rüyadan, hayalden bahsediyorsun. Şirket falan yok ortağı olduğun.
Fuat:
- Rüya mı, hayal mi? Peki, malikânem, o da mı rüyaydı?
Hâkim:
- Öğrencisin oğlum, malikane de neyin nesi?
Fuat:
- Peki, Servet, Murat dostlarım yani, onlar da mı yoktu?
Hâkim:
- Soruma cevap verecek misin?
Fuat:
- Ama nasıl olur hepsi vardı, biz ortaktık, şirketimiz vardı, gemimiz batınca şirkette dağılmıştı, alacaklarım yüzünden öldürdüm Mithat’ı.
Hâkim:.

Mahkeme Fuat’ın saçmalaması üzerine ileri bir tarihe ertelenmişti. Fuat olanlardan hiçbir şey anlamamıştı, yaşadıklarına inanmayan, üstelik yalanlayan bir mahkeme tarafından sorgulanıyor ve yargılanıyordu.

Çarpan kapı sesiyle irkildi birden. Ilık bir sonbahar günü zaman akşama dönüyordu. Salondaki seslere kulak kabarttı. İçerdekiler yakın arkadaşları Servet ve Murat’tı. Bir rüyadan uyanmıştı ve gerçekle hayal arası kötü bir rüyaydı. Yatağından doğrulmadan derin bir nefes aldı. Arkadaşlarına bu rüyayı hemen anlatmak istiyordu. Servet ve Murat perişan bir vaziyette salona giren Fuat’ı alttan yukarı iyice süzdü. Fuat hemen rüyasını anlatmaya koyuldu.

— Öyle bir rüyadan uyandım ki sormayın. Onca zorluğa rağmen Bağcılarda kurduğumuz şirket var ya; batan bir gemimiz yüzünden dağılmıştı. Sıkıntılı günlerde şirketten alacaklı olduğum için ben Mithat’ı bıçaklayarak öldürdükten sonra mahkemeye çıkarılıyordum. Ama mahkeme bana inanmıyordu. Sahibi olduğumuz şirket, benim malikânem, otomobilim hiçbir şeyim yokmuş, hâkim bana inanmıyordu. Oysaki ben başka bir nedenle Mithat’ı öldürmüşüm de o yüzden yargılanıyormuşum. Anlattıkların sadece hayal diyordu hâkim. Güya ben Mithat’ı farklı bir sebepten ötürü öldürmüşüm. Ama neden Mithat’ı öldürdüğümü hatırlamıyordum. Ne saçma değil mi?

Arkadaşları şaşkın birbirine baktı ve Murat:

— İyi de Fuat, bizim zaten şirketimiz yok ki! Okuldan mezun bile olmadık henüz. Şirket ise şimdilik sadece bir hayal. Sen dün akşam konuştuklarımıza kendini fazla kaptırmışsın anlaşılan.

Fuat’ın kafası iyiden iyiye karışmıştı. Anlam vermeye çalışıyordu olanlara. Oysa iç içe geçmiş bir rüya silsilesinden uyanmıştı hepsi bu. Ama belki de gelecekte yaşayacaklarının algılar dünyasındaki yansımasıydı tüm bunlar. Bir gün gerçekten de hayal ettiği her şeye sahip olacaktı ve sonra onları bir bir kaybedecekti. Kapıldığı zenginlik hırsı, dönülmez yanlışlara sürükleyecek, en sevdiği arkadaşlarını yok etmek pahasına alıp götürecekti insanlığını. İş hesap vermeye gelince “rüyaydı onlar” denecekti kendisine, sadece “rüya”. Kimse inanmayacaktı sahip olduklarına. Farkında olmadan işlediği suçlara ise anlam veremeden mahkûm olacaktı. Gerçek hayat zannettiği yaşam rüyasından, gördüğü bir “rüya” ile uyanmıştı şimdi. “Pembe hayallerin kara delikleri vardır” anladı.

5 Aralık 2011 Pazartesi

Bambu


Çin bölgesinde yetişen Bambuyu bilen biliyor, sözüm bilmeyenlere. Yetişme hikâyesi oldukça etkileyici.


Toprağa atılan tohum; ilk yıl sulanır ve gerekli tüm ihtiyacı karşılanır, ama oralı olmaz Bambu, sanki umursamaz kendisi için yapılanları. İkinci yıl aynı emekle tekrar çalınır kapı, evet buradayım, seni duyuyorum demez Bambu. Zor yolda çekilen çile kutsal gelir ya insana, yılmak yoktur. Tohum için aynı emek üçüncü yıl da, dördüncü yıl da verilir. Nihayet insafa gelen tohum beşinci yıl da uyanır uykusundan ve başını uzatır yatağından.


Umudun yeşermesi böyle bir şeydir işte. Sabrın ve emeğin karşılığı alınmıştır. Filizlenen Bambu büyük bir aşkla yükselir gökyüzüne. Altı hafta gibi kısa sayılabilecek bir sürede çevresindeki en uzun ağaçlarla boy ölçüşecek konuma gelir. Eğer geçen onca süre sabırla beklenmeseydi bu netice alınabilir miydi. Elbette ki hayır. Bu sonucun alınması için o emek verilmeli ve o sabır gösterilmeliydi.


Şimdi Bambu altı haftada mı yoksa beş yılda mı yetişir kimisi buna karar veredursun bence siz ağacın insanlığa getirdiği dersi okuyun.